Garipliğim elesten beri
Hatırlarmısın? bela dediğini
Unutma, verdiğin sözü
Unutma emanet sende
Dağların üstlenemediğini
Vahiy inmiş olsaydı dağa,
Şuurlanırdı taş, kaya
İnsana neler oluyor hala
Kılı kıpırdamıyor daha
Unutma emanet sende
Ara hikmeti o senin,
O senin yitik malın
Bulursan kaldırmalısın
Doğrultmalısın hakkı
Unutma verdiğin sözü
Aramakla bulunmaz ama
Bulanlar arayanlardır daima
Girersen yola açılır kapılar sana
Hatırla verdiğin sözü
Unutma emanet sende
Hayrii
Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı
25 Aralık 2010 Cumartesi
De ki
Sessiz sessiz içimde dizilir kelimeler
Ne kadar istesede çıkmaz gün yüzüne
Karanlık gecelerde hep adını heceler
Söylenecek bir sözde yoktur onun üstüne
Hayrii
Ne kadar istesede çıkmaz gün yüzüne
Karanlık gecelerde hep adını heceler
Söylenecek bir sözde yoktur onun üstüne
Hayrii
24 Aralık 2010 Cuma
Yaprak
Bir yaprak olsaydım sararmış, sonbaharda
İzniyle düşmek için beklseydim dalımda
Toprağa varınca kubbede kalır seda
Razı olur Hüda, yedi kat semalarda
Hayrii
İzniyle düşmek için beklseydim dalımda
Toprağa varınca kubbede kalır seda
Razı olur Hüda, yedi kat semalarda
Hayrii
Ve'l Asr
Asra yemin edene yemin olsun
Hüsran içindeyiz bu son olsun
Teslim et kendini rahman rahime
Dertlermiz hakkı tavsiye olsun
Hayrii
Hüsran içindeyiz bu son olsun
Teslim et kendini rahman rahime
Dertlermiz hakkı tavsiye olsun
Hayrii
Yazacağım Sana
Yazacağım sana
Yazacağım ki
Sana yazmayana şair,
Seni yazmayana şiir mi? derler.
Her zaman seni
Hep seni seveceğim ki
Senden başkasını sevene aşık
Sevilenede maşuk mu? derler
Hayrii
Yazacağım ki
Sana yazmayana şair,
Seni yazmayana şiir mi? derler.
Her zaman seni
Hep seni seveceğim ki
Senden başkasını sevene aşık
Sevilenede maşuk mu? derler
Hayrii
16 Aralık 2010 Perşembe
Pargalı İbrahim
Süleyman: 'Rabbim! Beni bağışla, bana benden
sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver;
Sen şüphesiz, daima bağışta bulunansın' dedi.
Bunun üzerine biz de, istediği yere onun emriyle
kolayca giden rüzgârı, bina kuran ve dalgıçlık
yapan şeytanları, demir halkalarla bağlı
diğer yaratıkları onun emrine verdik.
SAD (35-38)
Gece nemli ve bir hayli sıcaktı bir türlü uyku tutmuyordu. Haziran ayının başı ve Nil’in sebep olduğu nem, ne beklenirdi ki böyle bir geceden. Nerdeyse iki ay olacaktı geleli bu Firavunların, Sultanların iklimine. Şimdi buranın Sultanı olmuştu” bu nasıl bir nimettir Allah Allah ben bir köle idim Yusuf gibi, nereden nereye“ diye söylenerek yatağından doğruldu. “Sultan Süleyman’ın Vezir-i Azamı olmak kime nasip olur ki bu koskocaman dünyada.” Pencereden Nil’i seyretti “nelere şahit oldun ey koca Nil ey, ne firavunlar ne sultanlar gördün “ Birkaç yıl önce bu sarayda Memluk sultanı oturuyordu şimdi ise “ben Pargalı küçük köle”. Karısı Hatice aklına geldi, -Sultanın kız kardeşi – daha evleneli altı ay olmuştu. Aklı çok karışıktı, Sultan Süleyman onu Mısır’a uğurlarken Adalara kadar gelmişti. Bu hareket pek olağan bir şey değildi. Daha doğrusu daha önce hiç olmayan bir şeydi. Sultanın sevgisinden şüphesi yoktu on yıldır dostluğu vardı, bu dostluktan da öte bir şeydi.”Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmez kardeşim diyor bana bir de kız kardeşiyle evlendirdi. Aklım değil duygularım karışık benim anlıyorum, bu Türkler nasıl insanlar böyle bu nasıl bir güven duygusu böyle nasıl bir Allah’a tevekkül bu, ben bir Sultan olsaydım bir köleden devşirmeye bu kadar makam, mevki verimiydim. Hayır, asla vermezdim”. Sonra tekrar yatağına uzandı.
Altı yaşındayken Türk korsanları kaçırmıştı onu bir balıkçı köyünden. Güzel bir yerdi Parga balıkçılık yaparlardı. “Eskiden İtalyanca rüyalar görüyordum son zamanlarda azalmaya başladı. İtalyan olduğumu unutmuyorum ama tam da Müslüman bir Türk gibide düşünemiyorum. Neden?” Manisa’da bir dul bir hanıma satılmıştı. “Hanımanne çok iyi idi gerçek anam gibi severdi beni.” En güzel şekilde yetiştirildi. Çok zeki ve uyanık olduğu için her yerde sivrilirdi. “ O gün o tesadüf olmaydı Sultan’la karşılaşamayacaktım. Buna Müslümanlar kader der fazla kurcalamazlar ama ben diyemiyorum işte ne yapayım elimde değil. Ama bende Müslüman’ım Elhamdülillah, neden acaba hep bir şüphe var beynimi kemirip duran? ” Bir gün evin bahçesinde kemançe çalarken Şehzade Süleyman duyuyor ve bunu çalanı tanımak istiyor. Sık sık sarayına çağırmaya başlıyor İbrahim’i, aralarında büyük bir dostluk oluşuyor. Hanımanne fazla tutmuyor onu azad ediyor ve bundan sonrada Şehzadeden hiç ayrılmıyor.
Yetenekli, zeki ve eğitimli olan İbrahim, Osmanlı tarihinde, benzeri görülmemiş bir iltifata mazhar oluyor. Pek çok ilim adamının yetiştiği ve önemli görevlerin kendini kanıtlayanlara verildiği bir imparatorlukta, birtakım üstün özelliklerin, İbrahim’in yükseldiği konuma gelmek için yeterli olmayacağı da apaçık ortadaydı. İbrahim’in yükselişinde, Sultan Süleyman’a olan yakınlığı, belki en önemli bir unsurdu. İçoğlanlarının kendilerine ait daireleri olduğu halde, İbrahim padişahın en yakın dostu hatta kardeş gibi oldukları için, efendisinin dairelerinde uyurdu ve yemeklerini birlikte yerdi.
“ Sultanın erkek kardeşi yoktu belkide bunun için bana bu kadar iltifat ediyor. Gerçi kardeşi olsaydı yaşatırımıydı bilinmez ama babası Selim kaç kardeşini boğdurtmuştu. Evet, bu daha akıllıca hem kardeşiyim hem tahta ortak değilim ve en önemlisi yaşıyorum. “
İbrahim in, birdenbire Has odabaşlığından Veziriazamlığa yükselişi, Sultan’ın gözündeki değerini belli ediyorsa da, kız kardeşi Hatice Sultan ile evlendirerek damadı yapması, daha da ilgi çekmişti. İbrahim in düğünü, veziriazamlık makamına yükselişinden birkaç ay sonra oldu. Bu düğün, çok büyük bir debdebe içinde geçti. Düğün şenlikleri, Sultan’ın, İbrahim için Atmeydanı’nda yaptırmış olduğu sarayın önünde yapıldı. Düğüne Sultan’da teşrif etmişti. Sultan İbrahim’e “Şehzadelerimin sünnet düğününün mü, yoksa kız kardeşimle düğününün mü daha görkemli “ diye sorar. Bunun üzerine İbrahim “benim düğünüm gibi şimdiye kadar olmamış ve olmayacaktır” yanıtını verince Sultan, bu yanıt karşısında şaşırarak, nedenini sorar, İbrahim “sizin düğününüzde benim düğünümdeki kadar büyük bir davetli yoktur: Benim düğünüm, zamanımızın Süleyman’ı olan Mekke ve Medine Padişahı’nın huzuruyla müşerref olmuştur” . O günleri düşünerek uyudu.
Yakın bir zaman sonra İstanbul’a dönecekti. Kim bilir başına daha neler gelecekti Pargalı İbrahim’in bu yaşında yaşadıklarına bakılırsa önündeki hayat şimdiye kadar yaşadıklarından daha hareketli olacağı kesindi.
Dü İbrahim âmed bedeyr-i cihan; Yeki put-şiken şüt, yeki put-nişan”
Figani
(İki İbrahim geldi dünyaya; biri putları yıktı, biri putlar dikti)
Hayri Rizevi
23 Kasım 2010 Salı
SÜLEYMÂNİYE'DE BAYRAM SABAHI
SÜLEYMÂNİYE'DE BAYRAM SABAHI
Artarak gönlümün aydınlığı her sâniyede,
Bir mehâbetli sabâh oldu Süleymâniye'de.
Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,
Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi
Yer yer aksettiriyor mâvileşen manzaradan,
Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan.
Gecenin bitmeğe yüz tuttuğu andan beridir,
Duyulan gökte kanad, yerde ayak sesleridir.
Bir geliş var! Ne mübârek, ne garib âlem bu!
Üç yıl aradan sonra ibadete açılan Süleymaniye Camisinde bir bayram namazı kılmak bize de nasip oldu. İlk kez bu kadar kapsamlı bir tadilat geçiren camiye 21 milyon TL harcandığı söylenmiş.
Ne kadar güzel anlatmış Yahya Kemal o bayram sabahını sanki bu bayram sabahını anlatır gibi…
Üstat şiirin son kısmında diyor ki;
Ulu mabedde karıştım vatanın birliğine.
Çok şükür Tanrıya, gördüm, bu saatlerde yine
Yaşayanlarla beraber bulunan ervahı
Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı.
Çok şükür Tanrıya, gördüm, bu saatlerde yine
Yaşayanlarla beraber bulunan ervahı
Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı.
Ben o ervahı göremedim ama Allah bilir belki de onun ruhu bizimle beraberdi. Allah’ın rahmeti üzerine olsun üstat…
Bayram için İstanbul’da bulunuyordum bir reklam panosunda Süleymaniye ‘de Bayram afişini görünce ilk aklıma gelen Yahya Kemal’in bu şiiriydi. Tadilatta olduğunu bile bilmediğim Koca Sinan’ın o muhteşem eserinde bir bayram namazı kılmak daha önce nasip olmamıştı. Kararımı verdim bayram sabahı Süleymaniye’de olacaktım. Devlet erkânın da orda olması ayrı bir tevafuk olacaktı.
Bu kasım ayı çok sıcak geçiyordu eskilerin dediği pastırma yazı falan değil, yenilerin dediği küresel ısınma tabiri daha uygun düşerdi bu günleri anlatmaya. 16 Kasım sabahı saat altıya çeyrek kala kalktım sünneti evde kılıp çıktım. Cerrahpaşa’dan Aksaray’daki Murat Paşa Camisine yürüdüm. Sabah namazını burada eda ettim. Üç saf vardık burada İmamın kıraati hoşuma gitti. Kâbe imamlarına benzettim sesini. Murat Paşa Camii H.876/m.1471 tarihinde Uzun Hasan’la yapılan Otlukbeli savaşında şehit olan Fatih Sultan Mehmet ‘ in vezirlerinden Has Murat Paşa tarafından kendi adına medrese, hamam ve imaretten oluşan bir külliye şeklinde yaptırılmış. Bu Camide merhum Özal’ın cenaze namazı kılınmıştı. Ben de kalabalığı uzaktan seyretmiştim. Sonra tekrar yürüyerek Süleymaniye ‘ye devam ettim. Giderken benimde okuduğum lise olan Vefa Lisesinden önünden geçtim. 22 yıl geçmiş aradan zamanın su gibi akıyor –hüsrandayız- farkında değiliz. Camiye yaklaştıkça araç ve insan kalabalığı artıyordu. Süleymaniye Kütüphanesini –bir zamanda buraya uğramak lazım- geçtikten sonra polis noktasından tek tek aranarak camiye ulaştık. İç kapıda bulunan görevliler içerde yer olmadığını söyleyerek insanları avlulara yönlendiriliyorlardı. Bende iç avluda bir yer aradım bir iki kişinin plastik bir hasır bulup getirmesiyle bende ondan nasiplenerek bir yere oturdum. Daha namaza bir saat olmasına rağmen camii dolmuştu. Hemen yer bulup oturduğum için tadilatın nasıl olduğunu göremedim. Dıştan bakıldığında pek tadilat olduğu anlaşılmıyordu, esas elden geçirmenin içerde olduğu muhakkaktı. Namazı yeni Diyanet İşleri Başkanlığına getirilen Mehmet Görmez kıldırdı. Namazdan sonra camiinin içini görmeye çalıştım kalabalık çoktu giremedim. Sonra dış avluya geçtim Başbakan Erdoğan’ı geçerken görürüm diye biraz bekledim. Daha sonra kararımı değiştirip camiinin içine girdim. Devlet erkânı sıraya dizilmiş vatandaşlarla bayramlaşıyorlardı. Uzun boyuyla o kalabalıkta ilk dikkati çeken başbakandı. Ben bu arada camiinin içini biraz gezdim tadilatın iyi yapıldığını söyleyebilirim. Bu tadilatla beraber Süleymaniye Camisi'nin 53 metre yüksekliğinde, 26,5 metre çapındaki ana kubbesini taşıyan dört fil ayağında tesadüfen yüzlerce yıllık olduğu tahmin edilen çiniler bulunmuş. Birde Caminin kubbesinde 15 santimetre ağız genişliğine sahip, 45 santimetre uzunluğunda simetrik halde dizilmiş 256 adet küp bulunmuş. Bu yüzden İstanbul Vakıflar 1. Bölge Müdürü İbrahim Özekinci, “Süleymaniye Camii'nin akustiği gerçekten mükemmel. Simetrik halde dizilen bu küplerin içindeki hava boşlukları sayesinde akustiği sağlamış Mimar Sinan'' demiş. Caminin sekiz şiddetindeki depreme dayanıklı olduğu ortaya çıkmış. Caminin kubbelerinde küçük çatlakları sağlamlaştırmışlar. Projenin hat danışmanlığını yürüten Prof. Dr. Hüsrev Subaşı da 150 yıl önce ana kubbeye yazılan ayetin bir harfinin unutulduğunu gördüklerini söylemiş. Subaşı, Abdülfettah Efendi'nin en az 30 yazısını incelediklerini ve camideki yazıyı yazdığı zamanlardaki kompozisyonlarında yer alan ''h'' harfini elle aldıklarını ve bu harfi olması gereken yerine koyduklarını belirtmiş. Buda bana çok ilginç geldi. İçeriyi biraz dolaştıktan sonra Başbakanımızla bayramlaşmak için sıraya girmeye karar verdim. Minberin sağ tarafında insanlar toplanmış altındaki kemerden tek tek geçerek ancak bayramlaşmak mümkün oluyordu. On dakikalık bir uğraştan sonra kendimi Başbakan R.Tayyip Erdoğan’ın karşısında buldum onunla ve Başbakan yardımcıları Bülent Arınç, Hayati Yazıcı, Diyanet İşleri Başkanı ile bayramlaşarak oradan ayrıldım.
Benim için güzel bir tecrübe oldu bu bayram. Devletin başının vatandaşıyla bayramlaşması hoş bir olay. Erdoğan’ı da takdir etmek lazım binlerce kişiyle bayramlaşmak o kadar ayakta durmak herkesin harcı değildir sanırım. 2010 Kurban Bayramı Süleymaniye’de böyle başladı. Sözü üstatla bitirelim…
Bir neferdir bu zafer mâbedinin mimârı.
Ulu mâbed! Seni ancak bu sabâh anlıyorum;
Ben de bir vârisin olmakla bugün mağrûrum;
Bir zaman hendeseden âbide zannettimdi;
Kubben altında bu cumhûra bakarken şimdi,
Senelerden beri rü'yâda görüp özlediğim
Cedlerin mağfiret iklimine girmiş gibiyim.
Dili bir, gönlü bir, imânı bir insan yığını
Görüyor varlığının bir yere toplandığını;
Büyük Allâh’ı anarken bir ağızdan herkes
Nice bin dalgalı Tekbir oluyor tek bir ses;
Yükselen bir nakarâtın büyüyen velvelesi,
Nice tuğlarla karışmış nice bin at yelesi!
Hayri Rizevi
Hayri Rizevi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)